IQNA

Kudüs TV Genel Yayın Yönetmeni:

“Abdestsiz namaz olmazsa, vahdetsiz Müslüman da olmaz”

15:56 - October 14, 2022
Haber kodu: 3477802
Vahdet haftası dolayısıyla IQNA Haber Ajansı Türkçe Servisi olarak vahdet konulu röportaj serimize Kudüs TV Genel Yayın Yönetmeni Nureddin Şirin ile devam ediyoruz. Şirin vahdetin bir Müslüman için zaruretine dikkat çekerek vahdete giden yolun, istikbar ve siyonizmle mücadeleden geçtiğine vurgu yaptı.

“Abdestsiz namaz olmazsa, vahdetsiz Müslüman da olmaz”Türkiye’de Filistin Davası denildiğinde akıllara gelen ilk isimlerden olan Kudüs TV Genel Yayın Yönetmeni Nureddin Şirin ile Hz. Peygamber’in (s) kutlu doğumu ve vahdet haftası dolayısıyla röportaj gerçekleştirdik. İslami birliği önceleyen ve dünya Müslümanlarının ortak sorunlarını ekranlara taşıyan yayınlara imza atan Şirin vahdetsiz bir Müslümanı abdestsiz namaza benzetti.

Öncelikle teşekkür ederiz röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için. Bildiğiniz üzere vahdet haftasındayız ve bizler de bu günler vesilesi ile İslam birliği konusunda röportajlara yer veriyoruz. Birkaç soruluk röportajımıza vahdetin tanımı ile başlatalım dilerseniz.

Vahdet, kelime anlamıyla “birlik/birleşmek” demektir. Kökü ise “tevhid” yani “birleme” demektir. “Muvahhid” de “birleyen” demektir. Yani; “bir” olan Allah Tebareke ve Teala’ya iman eden yeryüzü muvahhidlerinin tek bir ümmet yani “Ümmet-i Vahide” olarak bir araya gelmeleri, birlik ve beraberlik içinde olmaları demektir.

Allah Tebareke ve Teala müminleri “sizin ümmetiniz tek bir ümmettir” diye tanımlayıp şu uyarıda bulunuyor: “Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, dağılıp parçalanmayın.” Yani, “tek bir ümmet olmaktan uzaklaşmayın, birliğinizin, bütünlüğünüzün dağılmasına fırsat vermeyin, düşmanlarınızın sizi bölüp parçalamasına, sizi birbirinize düşmanlaştırmasına izin vermeyin.”

Bizler hangi ülkeden, hangi ırk ve kavimden, hangi mezhep ve hizipten olursak olalım; sonuçta “la ilale illallah Muhammedurresulüllah” inancını taşıyan muvahhidler olarak birleşmemiz de inancımızın gereğidir.

Vahdet, bir taktik ve politika değil, bir ilkedir, bir esastır, bir inanç ve bir ahlaktır. Vahdet bir kulluktur, yani ibadi bir vazifedir. Namazsız bir İslam, ve abdestsiz bir namaz olmazsa, Vahdetsiz bir müslüman, müslümansız bir ümmet de olmaz.

Günümüz İslam beldelerinin durumu ile vahdet arasında nasıl bir bağ kurabiliriz? 

Vahdet bir zaruret, bir tedavi ve bir ilaçtır. Müslümanların karşı karşıya kaldığı tüm sıkıntı ve musibetlerin, çektiği bütün dert ve acıların ilacı yine Vahdet’tir. Bu ümmetin dirilişi, doğruluşu ve güçlü bir şekilde yolunda yürüyüşünün tek yolu vahdettir. Bu ümmetin zulüm ve esaretten, işgal ve sultadan kurtulmasının tek yolu yine vahdettir. Vahdetten başka kurtuluş ve çıkış yolu yoktur.

Başta Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa olmak üzere, işgal altındaki tüm İslam topraklarının kurtarılması, saldırı ve hakarete uğrayan İslam’ın mukaddesatı ve şiarlarının savunulması ve korunması da ancak vahdet ile olur.

Vahdetin sağlanmasının önündeki engeller nelerdir?

Vahdetin önündeki en büyük engelleri enfüsi zaaf ve marazlar ile afaki duvarlar ve düşmanlıklar şeklinde tanımlayabiliriz.

Öyle k; insan nefs-i emmaresi ile öylesine hastalıklarla malul olur ki, benlik, kibir, riya, ucub, haset, istiğna gibi hastalıklara yakalanır. Bu hastalıklar insanı hodbin olmayı, başkalarını küçümsemeye ve hor görmeye, büyüklenip kendisini herkesin ve her şeyin üstünde görmeye götürür.

Vahdetin önündeki enfüsi hastalıkların ikincisi boyutu ise kavmiyetçi, ırkçı, mezhepçi, ben merkezli taassuplar, saplantılar ve marazlardır. Ne olursa olsun; ister hodbinlik ve kibir olsun, ister kavmiyetçilik ve mezhepçilik olsun, tüm maraz ve taassuplar giderilmedikçe de İslami vahdetin gerçekleşmesi mümkün olmaz.

Vahdetin önündeki enfüsi marazların bir diğeri de cehalettir. Cehalet insanı hem hakikatlerden, hem sorumluluk ve vazifelerden uzak koyar. Çünkü cahil olan kişi, neyin eğri neyin doğru, neyin hak neyin batıl olduğunu bilmediği için, neyi nerede ne zaman yapması gerektiğini, hangi görev ve sorumlulukları kuşanması gerektiğini bilmediği için, hem yanlışlara, hem taassuplara hem de tuzaklara kolay düşer. Düşmanlar da onun bu durumundan azami derecede istifade edip onu batılın hizmetine, tefrika ve nifakın tezgahına sokar. Afaki duvarlar ve düşmanlıklara gelince, İslam’ın küresel düşmanları, özellikle İngiliz emperyalizmi, yüzyıllardır sürdürdükleri fesatlar ve uğraşlar sonunda, İslam ümmetinin arasına ulus devletleri, ulusal sınırlar, dikenli teller ve duvarlar dikmeyi, onlar arasında etnik ayrışmalar koymayı, yapay düşmanlıklar çıkarmayı başardılar. İngiliz emperyalizminin ardından Amerikan emperyalizmi, bunların da merkezinde uluslararası Siyonizm müslümanları birbirinden hem kopardılar, hem de yapay kavgalarla birbirine düşmanlaştırdılar. Ümmet binasını yıkıp çadırı ateşe verdiler. Ümmetin evlatlarını sığınaksız, dayanaksız ve korunaksız bıraktılar. Daha sonra da İslam beldelerinin başına kendilerinin hizmetinde ve emrinde olan işbirlikçi kralları, sultanları, melikleri ve diktatörleri yerleştirdiler. Onların yanına da kapıkulu saray mollalarının yerleşmesini, böylelikle sömürü ve zulmü, nifak ve ihaneti, istikbar ve işgali, meşru gören bir anlayışa hizmet ettirdiler. Sarayların mutfaklarında ve tezgahlarında sahte inançlar, dinler ve gelenekler ürettiler. Bunları da müslüman halklara tahmil ettiler…

Tüm bunlar Ümmet-i Vahide’nin inşasının ve İslami vahdetin gerçekleşmesinin önünde en büyük engellerdir.

Burada ister enfüsi ister afaki olsun, vahdetin önündeki bu engellerin menbaında sonuçta “şeytan-ı lain” vardır. İrili ufaklı tüm şeytanlar. Yani, şeytan ve dostları, şeytan ve şebekeleri. Burada belirtmek gerekir ki, günümüzde en büyük şeytani güçler, “siyonizm” ve “büyük şeytan Amerika”dır.

Dolayısıyla İslamî Vahdet’in yolu, bu şeytani güçlerin İslam dünyasında ve müslümanlar üzerindeki plan ve projelerini başarısızlığa uğratmakla mümkündür. Zira, bu düşmanların İslam dünyasındaki en büyük fesadı, müslümanların birliğini parçalamak ve birbirine düşmanlaştırmaktır. Dolayısıyla, İslami Vahdetin tesisi ile, istikbar ve Siyonizm ile mücadele birbirinin ayrılmaz parçasıdır. İstikbar ve siyonizmle mücadele olmadan, onların saldırı ve komploları karşısında bir direniş hattı oluşturmadan, onların komoplo ve tuzaklarını boşa çıkarmadan İslam birliğinin sağlanması mümkün olmayacaktır. Yani vahdete giden yol, istikbar ve siyonizmle mücadeleden geçtiği gibi, istikbar ve Siyonizm ile mücadele için de müslümanların birlik beraberlik ve dayanışma içinde olmaları gerekir.

Son olarak neler eklemek istersiniz?

Şüphesiz ki bunlar, soyut tartışmalar ve söylemlerin konusu değildir. İslam ümmeti açısından takip etmesi gereken temel strateji ve atılması gereken öncelikli adımlar vardır.

Bu da İmam-Ümmet ilişkisi denklemine riayet etmek, şer’i rehberiyet olarak Velayet-i Fakih’in ve direniş cephesinin yanında durmakla olur. Zira bugün, direniş cephesi ve velayet fakih ekseninin yegane hedefi, bütün izzet ve azameti ile “Ümmet-i Vahide”yi inşa etmektir….

Çok teşekkür ederiz vakit ayırdığınız için. 

captcha